Sitemizde, siz misafirlerimize daha iyi bir web sitesi deneyimi sunabilmek için çerez kullanılmaktadır.
Ziyaretinize varsayılan ayarlar ile devam ederek çerez politikamız doğrultusunda çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz.
X

Madde 55

c. Belirlenmesi

c.   Belirlenmesi

Madde 55 - Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.

Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır.

I-) 818 Sayılı Borçlar Kanunu:

Bu maddenin karşılığı bulunmamaktadır.

II-) Adalet Komisyonu Değişiklik Gerekçesi:

Tasarının 54 üncü maddesinden sonra gelmek üzere Tasarıya aşağıdaki gerekçelerle yeni bir 55 inci madde eklenmiştir.

Önerge gerekçesi aynen şöyledir:

“Borçlar Kanununda, ölüme ve vücut sakatlığına bağlı zararlar ayrı hükümler hâlinde düzenlenmiştir. Ayrı düzenleme, kodifikasyon tarihi itibariyle bu zararların mahiyetinden, yeni kanunumuz bakımından ise, ek olarak bu zararların insan hakkı niteliklerinden kaynaklanmaktadır.

“İnsan Zararları” olarak da kavramlaştırılabilecek olan bu zararların hesabında Borçlar Kanunu, özellikle yeni 49-52 madde hükümleri, diğer özel yasalar ve sorumluluk hukuku ilkeleri gözetilecektir. Destekten yoksun kalma ve iş-göremezlik tazminatları, bu yönüyle takdir temelinden daha çok, bağımsız bir yapı özelliği kazanmış metrik temele (tazminat metriğine) dayanır (YHGK. 21.3.1990 T, 4-586 / 199 - E / K; YHGK. 21.3.1990 T, 10-688 / 191 - E / K. Any. m. 19 / son fıkra,“…tazminat hukukunun genel prensipleri…” ibaresi). Bu zararların belirlenmesinde ortaya çıkan farklı uygulamaları yeknesaklaştırıcı yeni ve özel hükümler öngörülmüştür. Bu hükümlerin sevkinde tazminatın önleyici işlevi, insan hakkı karakteri, zarar vereni ödüllendirme sonucunu doğuracak yöntemlerden kaçınma ve sorumluluk hukukunun diğer ilkeleri esas alınmıştır.

Sosyal güvenlik ödemelerinin, denkleştirme (indirim) işlevi görebilmesi, onun sorumluluğu doğuran olaya sebebiyet verenlere rücu edilebilmesine bağlıdır. Bir kural gereği rücu edilemeyen (emekli sandığı maaşı, malüllük aylığı, ölüm sigortası aylığı) sosyal güvenlik ödemeleri; teknik arıza, tam-kaçınılmazlık hâlindeki ödemeler ve benzeri ödemeler bu tazminatlardan indirilemeyecektir. Aynı şekilde prensip olarak rücu edilebilen sosyal güvenlik ödemelerinden bir kısmı rücu edilemeyen miktar dahi denkleştirilemeyecektir. Zarar görenin kusuruna (müterafik kusura) yansıyan sosyal güvenlik ödemeleri, tahsis tarihinden sonra meydana gelen sosyal güvenlik ödemelerindeki artışlar, kısmi kaçınılmazlık ve teknik arıza hâlindeki ödemeler ve benzerleri rücu edilemediğinden bu miktarlar dahi denkleştirilemeyecektir.

İnsan zararlarına ilişkin tazminat hakkının, rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ve ifa amacını taşımayan diğer edinimlerle bir bağı ve bağlantısı yoktur. Bu nevi ödemelerin denkleştirilmesi, zarar vereni ödüllendirme anlamına gelir. Rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemelerinin, sorumluluk hukuku ile koruma altına alınan tazminatı ikame veya telafi fonksiyonları bulunmamaktadır. Tazminata, rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile yahut ifa amacı taşımayan diğer ödemelerle karşılanmayan zarar biçiminde bir yaklaşım, ne onun kaynağı ile ve ne de onun işlevi ile bağdaşmaz. Bu yönüyle sorumluluk (tazminat) hukuku ile sosyal güvenlik hukuku arasında bir mahiyet farkı bulunmaktadır. Öte yandan rücu edilemeyen sosyal güvenlik hak ve ödemelerinin oluşmasında zarar verenin bir katkısı olmadıktan başka, rücu edilen ödemelere nazaran zarar verenin mükerrer ödemesi de yoktur. Rücu edilememe durumunda denkleştirmenin kurucu unsuru olarak illiyet bağı koşulu da gerçekleşmemektedir.

İfa amacı taşımayan ödemeler, tazminattan indirilemeyecektir. Zarar veren yahut üçüncü kişi tarafından ödeme kastı dışında kalan saiklerle yapılan ödemeler (sözgelimi yardımlar ve benzerleri) denkleştirilemeyecektir.

Zarar görenin mamelekine yukarıda belirtilen türden dâhil olan ödemelere, tazminat hakkını veya destek ilişkisini çökerten bir etki tanınamaz. Tersine bir yaklaşım, sorumluluk hukukunun önleyici (tenkil) karakteri ile de bağdaşmaz. Yasa koyucu bu tercihi ile farklı uygulamaları hak ekseninde bütünleştirmiştir.

Tasarının 49-52 hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanan insan zararı kökenli tazminata, hâkim, genel takdir hakkı (TMK m. 4) yahut hakkaniyet (818 sayılı BK m. 43) kurallarına dayanarak müdahale edemeyecektir. Tazminat, azlığından bahisle takdiren artırılamayacak, çokluğundan bahisle takdiren indirilemeyecektir. Zarar görenin hafif kusuru ile müzayakaya düşme (yoksullaşma) nin bir arada gerçekleşmiş olması (Tasarının 52/II, 818 sayılı BK m. 44) hâli ve Tasarının m. 52/I hükmündeki özel hâller ile denkleştirme dışında, uygulamada adlandırıldığı şekliyle “çokluk indirimi/hakkaniyet indirimi yahut azlık artırımı/hakkaniyet artırım” yolu kapatılmıştır. Yürürlükteki hukuka göre objektif veri ve ölçütler temelinde belirlenen tazminat (hakkı), iktisadi görünümü itibarıyla ayrıca bir mülkiyet hakkı karakterindedir. Bu yönüyle tazminat, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 1 Nolu ek-protokolün 1 inci maddesi kapsamında özel koruma görmektedir (Any. m. 90). Yasaya ve hesaplama ilkelerine uygun olarak belirlenen ve denkleştirilen tazminata artırıcı veya azaltıcı yönde bir müdahale, bu hakkın ve nesafet hukukunun mahiyeti ile bağdaşmaz. Tazminatın hesaplama sonunda az veya çok çıkması, yargının yahut yargıcın sorunu değildir. Tazminatın önleyici işlevi, kriterlere ve verilere uygun olarak belirlenen sonuca (miktara), alacaklı ve borçlu dışında bir özne tarafından dokunulmamasına bağlıdır. Bu, hâkim de olsa...

Vücut bütünlüğünün bozulmasına veya ölüme bağlı zararların idarenin sorumluluk sebeplerinden doğmuş olması hâlinde dahi bu Kanun hükümleri uygulanacaktır. Doğrusu, insan zararlarında farklı hukuk düzenlemelerinden bütüncül bir düzenlemeye ve yargı birliğine geçmektir. Teklif, bu amaca yönelik ön-adım niteliğindedir.”

Madde belirtilen gerekçeyle kabul edilmiş ve Tasarının sonraki maddeleri buna göre teselsül ettirilmiştir.

Bu Maddenin birinci fıkrasının son cümlesinde öngörülen artırma veya azaltma yasağı, sorumluluk hukukunun öngördüğü hesaplama yöntemiyle ortaya çıkan miktarla ilgilidir. Başka deyimle yöntemine göre belirlenen tazminatın çok az çıkması hâlinde artırılması, çok yüksek çıkması hâlinde azaltılması, hâkimin bu yolla belirlenen miktara müdahale yetkisinin bulunmadığı vurgulanmaktadır. Bünyevi istidat, kaçınılmazlık, hatır taşıması gibi hesaplama yöntemiyle ilgili bulunmayan nedenler, hakkaniyet hukukunun gerekleri içinde elbette ki birer indirim nedenleridir. Hâkimin, bu hâllerde 818 sayılı Borçlar Kanununun 43 (Tasarı m. 51) ve Türk Medenî Kanununun 4 üncü maddeleri kapsamında takdir hakkı vardır. Düzenleme ile amaçlanan husus, yöntemince belirlenen tazminatın miktarı esas alınarak, azlığı yahut çokluğuna dayalı bir takdir hakkının bulunmadığı hususudur. Önergenin gerekçesinde vurgulandığı üzere yasa, yüksek bir miktar içermesi hâlinde tazminattan indirimi, borçluyu aşırı ekonomik zorluğa düşürmüş olması hâli ile sınırlamıştır. Bu hâlde dahi borçlunun kusurunun hafif olması ve hakkaniyetin indirimi gerekli kılması kurucu unsurdur (818 sayılı Borçlar Kanunu m. 44/II, Tasarı m. 52/II). Yoksullaşmaya dayalı indirim kuralının insan zararlarında da (m. 55) uygulanacağı tabiidir (m. 52/II).

Bilirkişi raporlarının sorumluluk davalarındaki delil işlevi diğer davalardakinden farklı değildir. Hâkim tazminat hesabında temel alınan varsayımları, yöntemleri ve hesap işlemini denetleyebilir. Ayrıca tazminat hesabına ilişkin bilirkişi raporu, diğer davalarda olduğu gibi sorumluluk davalarında da hâkimi bağlamaz.

III-) Kaynak İsviçre Borçlar Kanunu:

Bu maddenin karşılığı bulunmamaktadır.

IV-) Yargı Kararları

1-) AYM, T: 25.12.2019, E: 2019/34, K: 2019/97:  

11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Selahaddin MENTEŞ’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA 25/12/2019 tarihinde karar verildi. (RG. 11.02.2020; S: 31036).

2-) YİBK, T: 06.03.1978, E: 1978/1, K: 1978/3:

bkz. madde 53, no: IV.

3-) YHGK, T: 01.11.2017, E: 2017/1315, K: 2017/1239:

“… Taraflar arasındaki “destekten yoksun kalma tazminatı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … 24. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen … sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 16.04.2014 gün ve 2013/9747 E.-2014/13604 K. sayılı kararı ile;

“… Davacılar vekili, davalı kurumda askeri personel olarak görevli olan davacıların murisi L. görevi nedeniyle davalının işleteni olduğu aracı sevki sırasında meydana gelen kazada vefat ettiğini belirterek destekten yoksun kalma neden ile anne ve babası için ayrı ayrı 1.000,00.-TL olmak üzere toplam 2.000,00.-TL maddi ve yine anne ve baba için ayrı ayrı 20.000,00.-TL, kardeşi D. için 10.000,00.-TL olmak üzere toplam 50.000,00.-TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsilini talep etmiştir.

Davalı ... vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlara ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davanın hizmet kusuruna dayalı olarak açılmadığı, olayda davacılar desteği L’nin %70 oranında kusurlu olduğu, bu durumda destek L’nin tamamen kendi kusuru ile diğer araç sürücüsünün ortak kusuru sonucu kazaya neden oldukları, olayın meydana gelmesinde davalı idarenin her hangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı, davalı idarenin işleten sıfatı ile de her hangi bir sorumluluğunun bulunmadığı, desteğin ağır kusuru sonucu meydana gelen kaza nedeni ile işletenin sorumluluğu yönünden illiyet bağının kesildiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava davacılar murisinin ölümü nedeni ile Borçlar Kanunu’nun 45. maddesi (6098 sayılı TBK m. 53) gereğince destekten yoksun kalma tazminatı ve BK m. 47 (6098 sayılı TBK m. 56) manevi tazminat istemine ilişkindir.

Taraflar arasındaki ihtilafın ortaya konulması ve nitelendirilmesi için davacılar ile davalı arasındaki hukuki ilişkinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Davacılar vefat eden L’nin desteğini yitirdiklerini ileri süren anne, baba ve manevi tazminat talep eden kardeş, davalı ise L’nin görevli olduğu kurum olup kaza sırasında davalı kuruma ait aracı sevk ve idare etmekte idi. ...

Görülmektedir ki, destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir.

Haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse BK’nın 45/II. maddesine dayanarak uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir. Ancak, destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi için öncelikle, ölen ile destekten yoksun kalan arasında maddi yönden düzenli ve eylemli bir yardımın varlığı gerekir.

Borçlar Kanunu’nun 45. maddesinde sözü geçen destek kavramı hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve ne hısımlığa ne de yasanın nafaka hakkındaki hükümlerine dayanır; sadece eylemli ve düzenli olarak geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların olağan akışına göre eğer ölüm vuku bulmasaydı, az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır.

O halde, destek sayılabilmek için yardımın eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli bir biçimde devam edeceğinin anlaşılması yeterli görülür.

Bununla birlikte, destekten yoksun kalan kimse devamlı ve gerçek bir ihtiyaç içerisinde bulunmalıdır. Genel olarak bakım ihtiyacı, sosyal düzeye uygun olan yaşamın devamını sağlamak için gerekli olanaklardan yoksun kalmayı anlatır. Eğer ölenin eylemli olarak baktığı davacı, ölüm yüzünden bu bakımın sağladığı yaşama düzeyinin altına düşmüş olursa, ihtiyaç bulunma koşulu gerçekleşmiş sayılır. Burada önemli olan, destekten yoksun kalan kimsenin ve ailesinin temsil ettiği sosyal ve ekonomik düzeye göre normal karşılanan giderlerdir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.04.1982 gün, 979/4-1528 E., 1982/412 K. sayılı kararı).
Diğer taraftan, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 06.03.1978 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçesinde de: "Destekten yoksun kalma tazminatının eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu” hususu vurgulanmış; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.11.2005 gün ve 2005/4-648 E.-2005/691 K. sayılı ilamında da aynı esaslar benimsenmiştir.

Önemle vurgulanmalıdır ki, Borçlar Kanunu’nun 45/III. maddesine göre destekten yoksun kalma tazminatı, desteğin mirasçısı olarak geride bıraktığı kişilere değil, desteğinden yoksun kalanlarına aittir. Destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilecek kişiler, mirasçılardan başka kişiler de olabileceği hususunda da herhangi bir ihtilaf yoktur. Murisin trafik kazasından kaynaklanan bir sorumluluğu söz konusu olduğunda ve koşulları oluştuğunda mirasçıları bundan sorumlu olduğu halde, aynı olay nedeniyle destekten yoksun kalan ve fakat mirasçı olmayan kişiler bundan sorumlu değildir (YHGK., 15.06.2011 gün ve 2011/17-142 E. - 411 K. sayılı ilamı).

Davacıların destekten yoksun kalma tazminatı talebine dayanak olarak gösterdikleri zarar; sürücü desteğin ölümü sonucunda meydana gelmekle birlikte vefat eden (sürücü) üzerinde doğan bir zarardan ayrı ve salt onun desteğinden yoksun kalınması olgusuna dayalı, mirasçılık sıfatıyla bağlı olmaksızın uğranılabilen bir zarardır. Böyle bir zararın vefat edenin (sürücünün) kendisinin sahip olacağı hakla bir ilişkisi olmadığı gibi, doğrudan vefat edenin (sürücünün) zararıyla bağlı ve onunla sınırlı bir zarar da değildir. Sürücünün ölümü zararı doğuran olay olmakla birlikte, zarar doğrudan üçüncü kişi durumundaki destekten yoksun kalanlar üzerinde oluşmuştur. Buradaki zarar, mirasçıların salt bu sıfatla devraldıkları murislerinin uğradığı ve ondan intikal eden bir zarar da değildir.

Destekten yoksun kalma tazminatına dayanak teşkil eden hak, salt miras yoluyla geçen bir hak olsa idi doğrudan vefat eden (sürücü) üzerinde doğup ondan mirasçılarına intikal edeceğinden, bu yöndeki savunmalar ölenin desteğinden yoksun kalanlara karşı ileri sürülebilecekti. Oysa yukarıda da açıklandığı üzere, destekten yoksun kalma tazminatına konu davacıların zararı, desteklerinin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalan sıfatıyla doğrudan kendileri üzerinde doğan zarardır. Bu zarardan doğan hak desteğe ait olmadığına göre, onun kusurunun bu hakka etkili olması da düşünülemez.

Yukarıda yapılan açıklamalar değerlendirildiğinde … destekten yoksunluk zararının doğrudan üçüncü kişi durumundaki destekten yoksun kalanlar üzerinde oluştuğu ve bu zarardan doğan hak desteğe ait olmadığına göre, onun kusurunun da bu anlamda hakka etkisinin olamayacağı, ayrıca mahkemece davacılar desteğinin meydana gelen olayda ağır kusurlu olduğu ve illiyet bağının kesildiği değerlendirilmiş ise de söz konusu kazada kazaya karışan diğer araç sürücüsünün de kusurunun bulunduğu göz önüne alındığında ağır kusur ve illiyet bağının kesildiği sonucuna varılamayacağı dikkate alınarak yukarıda sözü edilen bu hukuki durumların değerlendirilmesi ile varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve değerlendirme ile karar verildiği…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURUL KARARI

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, araç sürücüsü olan davacılar desteğinin %70 oranında kusurlu olduğu trafik kazası neticesinde ölümü nedeniyle, onun desteğinden yoksun kalan davacıların, davalı idareden destekten yoksun kalma tazminatı isteyip isteyemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

 

Sorumluluk hukukunun en önemli amacı, kişinin mal varlığında iradesi dışında meydana gelmiş eksilmeyi ayni veya nakdi olarak gidermektir. Zararın tazminini talep etmek hakkı doğrudan zarar görene tanınmıştır. Doğrudan zarar görenin dışında üçüncü bir kişinin tazminat talebinde bulunma hakkı, kural olarak yoktur. Bu sebeple sözleşme dışı sorumluluk hukukunda üçüncü bir kişinin maruz kaldığı yansıma zararı, prensip olarak, tazmin edilemez niteliktedir. Zira sorumluluk hukukunun temel kurallarından birini, tazminat talebinde bulunabilecek olan kişi veya kişilerin sadece doğrudan zarara uğrayanlar olması oluşturur.

Bu kurala 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 45. maddesinin ikinci fıkrasında "Ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir" denilmek suretiyle mağdurun ölümü sonucunda yansıma zararına uğrayan kişilerin zararlarının tazmin edilmesine istisnai de olsa imkân tanınmıştır. Böylece ölüm ile sonuçlanan haksız fiil nedeniyle; ölenin yardımından, desteğinden mahrum kalanların tazmin edilmesini talep edebilecekleri bir zararları olduklarını kabul etmiştir.

Desteğin destekte bulunduğu kişinin murisi olması veya aynı aile içerisinde yer alması şart değildir. Önemli olan desteğin para, hizmet veya ayni olarak sürekli, düzenli ve karşılıksız bir şekilde desteklediği kişiye yardımlarda bulunmasıdır.

Bir kişinin başka bir kişiye desteği olup olmadığı fiili duruma göre belirlenecektir. Bir kişiye fiilen sürekli ve düzenli olarak bakan veya hayatın olağan akışı içerisinde o kişiye bu şekilde bakma olasılığı çok yüksek olan kişi, o şahsın desteğidir. …

Desteğin yasal bir zorunluluktan kaynaklanıp kaynaklanmadığı desteğin varlığını tespit açısından önemli değildir. … Desteğin destek olunana yaptığı yardımın kanuni veya sözleşmeden doğan bir borcun ifası niteliğinde olmasına da gerek yoktur. Desteklenen kişinin tazminat isteme hakkına sahip olabilmesi için, destek sayılan kimsenin ya fiilen ilgiliye bir yardımda bulunması, bakması veya ileride böyle bir yardım veya bakma olasılığının ciddi bir biçimde mevcut olması gerekir. … Nitekim Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu`nun 06.03.1978 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçesinde de: "Destekten Yoksun Kalma Tazminatının eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının, desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu” hususu vurgulanmış; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.11.2005 gün ve 2005/4-648 E.-2005/691 K. sayılı ilamında da aynı esaslar benimsenmiştir.

Yeri gelmişken davacılar üzerinde doğan zararın niteliği de belirlenmelidir:

Davacıların destekten yoksun kalma tazminatı talebine dayanak olarak gösterdikleri zarar murisin ölümü sonucunda meydana gelmekle birlikte muris üzerinde doğan bir zarardan ayrı ve salt onun desteğinden yoksun kalınması olgusuna dayalı, mirasçılık sıfatıyla bağlı olmaksızın uğranılabilen bir zarardır. Böyle bir zararın murisin kendisinin sahip olacağı hakla bir ilişkisi olmadığı gibi doğrudan murisin zararıyla bağlı ve onunla sınırlı bir zarar da değildir. Murisin ölümü zararı doğuran olay olmakla birlikte, zarar doğrudan üçüncü kişi durumundaki destekten yoksun kalanlar üzerinde oluşmuştur. Buradaki zarar, mirasçıların salt bu sıfatla devraldıkları murislerinin uğradığı ve ondan intikal eden bir zarar da değildir.

Talep edilen destek zararı, ölenin değil üçüncü kişilerin üzerinde doğan dolaylı ve yansıma yolu ile meydana gelen zarardır.

Bu hâlde üzerinde durulması gereken en önemli husus, araç şoförünün (desteğin) kazanın meydana gelmesinde tam veya kısmi kusurlu olmasının, üçüncü kişi durumunda bulunan desteğinden yoksun kalanlara karşı ileri sürülüp sürülemeyeceğidir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun (KTK) 85. maddesi, işleten ve araç işleticisinin bağlı bulunduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğunu düzenlemiştir. Motorlu araçların işletilme tehlikesine karşı zarar gören üçüncü şahısları korumak amacıyla getirilmiş bulunan bu düzenleme ile öngörülen sorumluluğunun bir kusur sorumluluğu olmayıp, sebep sorumluluğu olduğu ve araç işletenin sorumluluğunun, sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğu olduğu hususu bilimsel ve yargısal içtihatlarla kabul edilmektedir. …

Anılan maddede değinildiği üzere, işletenin nelerden sorumlu olduğu öngörülmüş, 86. maddede ise, işleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur hükmü ile işletenin sorumluluktan kurtulma halleri düzenlenmiştir.

BK.’nun 44. maddesi hükmüne göre ise zarar gören taraf, zararın doğmasına veya zararın artmasına sebep olmuş ise hâkim zarar ve ziyan miktarını indirebileceği veya zarar ve ziyan konusunda hüküm kurmaktan sarfınazar edebilecektir.

Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ışığında bir motorlu aracın işletilmesinin bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına neden olması halinde araç işleteninin bu zarardan sorumlu olacağı düzenlendiğine göre, ilke olarak sürücünün (desteğin) ölümünden işletenin sorumlu olduğu, dolayısıyla davacıların işletenden talepte bulunma haklarının bulunduğu kabul edilmelidir. Yansıma yoluyla zarar görmüş olan destek tazminatı isteyenlerin, kendisine destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olmaları mümkün değildir. Nitekim BK’nun 44/I. maddesi, hiç kimse kendi kusurundan yararlanamaz ilkesine dayanmaktadır. Zararın artmasına veya doğmasına sebep olan kişi sonuçlarına da kendisi katlanmalıdır. Diğer bir deyişle, nasıl ki desteğin ölümü sebebiyle meydana gelen zararın yansıma yoluyla destek görenleri etkilediği kabul ediliyorsa, desteğin kusurlu davranışlarının da aynı şekilde destek görenlere yansıyacağının kabul edilmesi gerekir. Zira zarara uğramamak için gerekli özeni göstermeyen veya hatta zararın meydana gelmesini isteyen kimse, bu hareket tarzının sonuçlarına katlanmalı ve bu davranışının zararın meydana gelmesinde oynadığı role, etkisine ve derecesine göre zararı kısmen veya tamamen üzerine almalıdır. Çünkü kendi kusuruyla sebebiyet verdiği ya da artmasına neden olduğu zararın ödettirilmesini istemek Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde düzenlenen doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı olacaktır.

O halde somut olayda objektif iyi niyet kurallarına (TMK m.2) göre davacıların murisinin %70 kusuruyla meydana gelen kaza sonucu ölümü nedeni ile davacıların talep ettikleri destekten yoksunluk tazminatından işletenin sorumlu olmadığı kabul edilmelidir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında destekten yoksun kalma tazminatının yansıma zararı olması nedeniyle desteğin kusurunun davacılara karşı ileri sürülemeyeceği ve bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir. …”

4-) Y. 3. HD, T: 04.10.2022, E: 2022/4300İ K: 2022/7342:

“… KARAR : Davacı; eşinin 04/01/2003 tarihinde banyo yapmakta iken davalı ... Gaz A.Ş. bünyesinde üretimi ve dağıtımı yapılan ... marka tüpten sızan gaz sonucu karbonmonoksit zehirlenmesinden yaşamını yitirdiğini, olayın meydana gelmesinde davalının sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürerek; eşinin desteğinden yoksun kalması nedeniyle, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 50.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı; davanın zamanaşımına uğradığını, olay tarihinde şofbende ... Gaz marka tüpün takılı olduğuna dair herhangi bir delilin bulunmadığını, tarafına husumet yöneltilemeyeceğini, şofbenin baca bağlantısı yapılmaksızın kullanılması nedeniyle karbonmonoksit zehirlenmesinden meydana gelen ölüm olayında davacı ile desteğinin tamamen kusurlu olduğunu, sorumluluğuna gidilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; davanın, zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenildiği 04/01/2003 olay tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımı süresi içerisinde açılmadığı gerekçesiyle, zamanaşımından reddine dair verilen hüküm, davacının temyizi üzerine, Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 19/09/2018 tarihli ve 2016/1779 E. - 2018/8126 K. sayılı ilamıyla;

“... Taraflar arasındaki uyuşmazlık, alım satım sözleşmesine dayalı olup, davacı tarafın davalıdan satın aldığını iddia ettiği tüp gazdan sızan karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu eşinin ölümü nedeniyle uğradığı zararın tahsili istemine ilişkindir. Taraflar arasında alım satım sözleşmesi bulunduğuna göre zamanaşımı süresi aksine bir hüküm yoksa 6098 Sayılı TBK’nın 146. maddesi (eski BK’nın 125. maddesi) gereğince 10 yıldır. Dava konusu olay 04.01.2003 tarihinde gerçekleşmiş olup dava tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresi henüz dolmadığından mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, ...” gerekçesiyle bozulmuştur.

Bozmaya uyan mahkemece; davacının eşinin 04/01/2003 tarihinde şofbenle banyo yaparken karbonmonoksit zehirlenmesinden yaşamını yitirdiği, şofbende herhangi bir teknik arızanın tespit edilemediği, ancak şofbenin baca bağlantısının bulunmadığı, bu nedenle dışarı atılamayan zehirli gazın banyo içerisine yayılması sonucu ölüm olayının gerçekleştiği, olayın meydana gelmesinde davacının eşinin kusurlu olduğu, davalıya kusur atfedilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine dair verilen hüküm, davacının temyizi üzerine; Dairece verilen 06/12/2021 tarihli ve 2021/3468 E. - 2021/12521 K. sayılı karar ile onanmış; onama kararına karşı, davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir.

Karar düzeltme istemi üzerine yeniden yapılan incelemede;

5307 Sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanunu ve Elektrik Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesindeki düzenleme uyarınca; tüplü LPG bayileri iki kilogram ve üzeri tüp teslimini ve bağlantısını adreste yapmak ile yükümlüdür.

Yine 23/12/2020 tarihli ve 24269 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Dağıtım Şirketleri ile Yetkili Bayilerin ve Tüketicilerin Uymaları Gereken Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğin 14. maddesine göre, tüpleri cihaza bağlamak, sızdırmazlık kontrolü yapmak, tüplerin kullanılması hususunda tüketicileri bilgilendirmek görevi olan bayinin, tüp takılan yerde herhangi bir eksiklik gördüğünde tüketiciyi uyarması, uyarıya rağmen eksiklikler giderilmezse tüpü takmaması gerekir.

Somut olayda; karbonmonoksit zehirlenmesine bağlı gerçekleşen ölüm nedeniyle, uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan eldeki davada, bozma sonrası alınan 30/10/2019 tarihli bilirkişi heyeti raporunda; ... marka tüpgazın bağlı olduğu tüplü şofben ile banyo yapmakta olan davacının eşinin karbonmonoksit zehirlenmesinden vefat ettiği, ölüm olayının şofbenin imalat hatasından veya arızasından meydana geldiğine dair dosya kapsamında herhangi bir delile rastlanılamadığı, ancak şofbenin baca bağlantısının bulunmadığının sabit olduğu, ... marka tüpün üretiminin davalı ...Ş. tarafından yapıldığı, ülke genelinde dağıtımının ise davalı şirkete bağlı bayiler tarafından gerçekleştirildiği, tüplerin kullanılmasına dair kullanım kılavuzlarının ya da gerekli uyarıların bulunduğu broşürlerin tüketicilere verilip verilmediğine, tüketicinin bu konuda aydınlatıldığına dair herhangi bir bilgi ve belgenin dosya kapsamında bulunmadığı, tüm bu nedenlerle banyodaki baca çıkışının uygun olup olmadığını kontrol etmeyen, tüketiciye gerekli bilgilendirme ve uyarıyı yapmayan ilgili tüp bayisinin ve bağlı bulunduğu davalı şirketin müştereken ve müteselsilen % 50 oranında; baca bağlantısı bulunmayan bir banyoda tüplü şofben ile banyo yapılması durumunun tehlike oluşturacağını bilmesi gereken davacının eşinin ise % 50 oranında kusurlu olduğu belirtilmiş olup, raporun denetime ve hüküm kurmaya yeterli olduğu anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, davaya konu ölüm olayının meydana gelmesinde davalı şirketin sorumluluğuna gidilebileceği, ancak hesaplanacak destek tazminatından davacının müteveffa eşinin kusuru oranında indirim yapılması gerektiği dikkate alınıp, hasıl olacak sonuca göre davacının tazminat istemi hakkında bir karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile davanın tümden reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir. …”

5-) Y. 4. HD, T: 26.9.2022, E: 2021/13824, K: 2022/10771:

“… 1- )Dava, trafik kazası sonucu oluşan bedensel zarar nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.

Haksız fiil sonucu çalışma gücü kaybı olduğu iddiası ve buna yönelik bir talebin bulunması halinde, zararın kapsamının belirlenmesi açısından maluliyetin varlığı ve oranının belirlenmesi gerekmektedir. Davacının maluliyetinin haksız fiil sorumlusunun fiili sonucu oluştuğunun yani haksız fiil ile maluliyet arasında illiyet bağı bulunduğunun belirlenmesi, sorumluluk açısından zorunludur.

Davacı vekili, meydana gelen kazada davacının yaralandığını ve malul kaldığını açıklayıp tazminat talebinde bulunmuştur. Davacıda oluşan maluliyetin tespitine yönelik olan ve hükme esas alınan 24/10/2017 tarihli maluliyet raporunun hangi yönetmeliğe göre düzenlendiği belirtilmediği gibi, raporda davacının kırılan camlar nedeniyle sağ el dorsel kısım, sırt bölgesi ve omuz bölgesinde oluşan skar dokularının herhangi bir maluliyete neden olmadığı, davacının yapılan muayenesinde psikiyatriye bir kez başvurduğu ancak önerilen ilaçları kullanmadığı, yapılan ruhsal durum muayenesi sonucunda travma sonrası stres bozukluğunun remisyonda olduğu, kişinin günlük hayatında işlevselliğini kısmen etkilemesi nedeniyle maluliyet oranının %21 olduğu belirtilmiş; ancak raporda travma sonrası stres bozukluğunun tedavi ile iyileşip iyileşemeyeceğine, belirlenen oranın davacının bakiye ömrü boyunca devam edip etmeyeceğine, kaza ile maluliyet arasında illiyet bağına ilişkin ayrıntılara yer verilmemiştir. Maluliyet raporu bu hali ile de karar vermeye elverişli değildir. Eksik inceleme ile karar verilemez.

… İtiraz Hakem Heyetince; davacının psikolojik tedavisine ilişkin tüm tedavi evrakları dosya arasına getirtildikten sonra muayenesi de yapılarak, davacıya ait dosyada bulunan rapor da irdelenmek suretiyle üniversite hastanesinin adli tıp anabilim dalı başkanlığından rapor alınarak, kaza tarihinde yürürlükte olan Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik ve ekindeki cetvellere göre kazadan sonra oluştuğu belirtilen psikolojik rahatsızlıkların kaza ile illiyet bağının olup olmadığı, maluliyet oranına etki edip etmediği, travma sonrası stres bozukluğunun tedavi ile iyileşip iyileşemeyeceği, ömür boyu aynı oranda sürüp sürmeyeceği tespit edilerek, içerisinde psikiyatri uzmanı da bulunan bir heyetten açıklayıcı, denetime elverişli rapor alınıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, …”

Not: Kararda geçen “remisyon” kelimesi, hastalık belirtilerinin sönmesi ya da yatışması anlamına gelmektedir (bkz. TDK Bilim ve Sanat Terimleri Sözlüğü, Tıp Terimleri Kılavuzu – 2010 ve ODTÜ Tıp Terimleri Sözlüğü).

6-) Y. 4. HD, T: 19.09.2022, E: 2021/13822, K: 2022/10501:

“… KARAR : Davacı vekili; 01/02/2018 tarihinde davalıya trafik sigortalı aracın davacının annesi olan desteği yayaya çarpması sonucu vefat ettiğini, davacının destek ile birlikte yaşadığını, annesinin aldığı maaşla geçindiğini, davacının abisinin de annesinin ölümünden üç hafta sonra vefat ettiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 500,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 500,00 TL defin ve cenaze giderinin davalıdan tahsilini talep etmiş; … ıslah dilekçesiyle talebini toplam 73.518,15 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı vekili; davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Uyuşmazlık Hakem Heyetince, başvurunun kısmen kabulüyle 69.518,15 TL destekten yoksun kalma tazminatının 30/01/2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, karara karşı davalı vekili itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz Hakem Heyetince; davalının itirazının reddine karar verilmiş, hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1- )Dava, trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı ve cenaze- defin gideri istemine ilişkindir.

Desteğin çocuklarının bakım ihtiyacından ne zaman kurtulacaklarını tayin etmek çocuğun yaşadığı yöreye, sosyal çevreye, çocuğun özelliklerine, cinsiyetine, ailenin sosyal ve ekonomik durumuna göre değişmektedir. Destekten yoksun kalacakları sürenin, çocuklar için, yaşları, okuldaki eğitim durumları, içinde yaşadıkları sosyal ve ekonomik koşullar değerlendirilerek belirlenmesi, yüksek öğrenim yapacaklar ise, öğrenimlerinin sona erdiği tarih, yapamayacaklar ise yerleşik ve kabul gören uygulamaya göre, erkek çocukları için 18 yaşın, kız çocukları için 22 yaşın desteğin sona ereceği yaş olarak kabulü dikkate alınarak denetime elverişli şekilde belirlenmesi suretiyle destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanması gerekmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik içtihatları uyarınca normal şartlarda erkek çocuklar 18, kız çocukları 22 yaşına kadar, kız çocuklarının yüksekokul okuyor olması ya da okuması ihtimali varsa 25 yaşına kadar destek tazminatı alabileceklerdir.

1959 doğumlu olan davacı, 1940 doğumlu desteğin kızı olup, olay tarihinde 22 yaşın üzerindedir.

Uyuşmazlık Hakem Heyetince; davacının fiili durumuna göre boşanmış ve reşit bir kadın olduğu ve tazminat talep etme hakkının bulunduğu gerekçesiyle; destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmiştir. Davalının itirazı üzerine İtiraz Hakem Heyetince; nüfus kayıt örneğinden destek annenin eşi ve diğer çocuklarının vefat ettiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle, davalının itirazının reddine karar verilmiştir.

Davacının, desteğin ölüm günündeki yaşına göre destek alabileceği yaş sınırını geçtiği anlaşıldığından, annesinden destek almadan yaşamını sürdürebileceğinin kabulü gerekir. Destek ile birlikte oturmak ve bekar olmak, tek başına destekten yoksun kalma tazminatı isteme hakkı doğurmaz. Çalışmasını engelleyen bir özrü veya sağlık sorunu olduğu konusunda somut bir kanıt bulunmayan davacının destekten yoksun kaldığı kabul edilemez.

İtiraz Hakem Heyetince açıklanan olgular gözetilerek, davacının destekten yoksun kalmaya dayalı tazminat isteminin reddedilmesi gerekirken, …”

V-) Yararlanılabilecek Monografiler:

Gizem Kaba, Destekten Yoksun Kalma Tazminatı, Ankara, 2017.

Copyright © 2017 - 2024 Prof. Dr. İlhan Helvacı. Tüm hakları saklıdır.
X