Sitemizde, siz misafirlerimize daha iyi bir web sitesi deneyimi sunabilmek için çerez kullanılmaktadır.
Ziyaretinize varsayılan ayarlar ile devam ederek çerez politikamız doğrultusunda çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz.
X

Madde 27

II. Kesin hükümsüzlük

II.  Kesin hükümsüzlük

Madde 27 - Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.

Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur.

I-) 818 Sayılı Borçlar Kanunu:

II - Butlan

Madde 20 - Bir akdin mevzuu gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlâka (âdaba) mugayir olursa o akit bâtıldır.

Akdin muhtevi olduğu şartlardan bir kısmının butlanı akdi iptal etmeyip yalnız şart, lâğvolur. Fakat bunlar olmaksızın akdin yapılmıyacağı meczum bulunduğu takdirde, akitler tamamiyle bâtıl addolunur.

II-) Madde Gerekçesi:

Madde 27 - 818 sayılı Borçlar Kanununun 20 nci maddesini karşılamaktadır.

Tasarının iki fıkradan oluşan 27 nci maddesinde, sözleşmenin kesin hükümsüzlük sebepleri ve sözleşmenin bazı hükümlerinin hükümsüz olması durumunda, kısmî hükümsüzlük yaptırımının uygulanacağı kuralı ile bu kuralın istisnası düzenlenmektedir.

818 sayılı Borçlar Kanununun 20 nci maddesinin kenar başlığında kullanılan “II. Butlan” şeklindeki ibare, Tasarının 27 nci maddesinde, “II. Kesin hükümsüzlük” şeklinde değiştirilmiştir.

818 sayılı Borçlar Kanununun 20 nci maddesinin ikinci fıkrasının ilk cümlesinde, kısmî butlan yaptırımı açıklanırken kullanılan “yalnız şart lağvolur.” şeklindeki ibarenin yanıltıcı nitelikte olması nedeniyle, Tasarının 27 nci maddesinin ikinci fıkrasında, “diğerlerinin geçerliliğini etkilemez.” şeklindeki ibarenin kullanılması uygun görülmüştür.

Metninde yapılan arılaştırma dışında, maddede 818 sayılı Borçlar Kanununa göre bir hüküm değişikliği yoktur.

III-) Kaynak İsviçre Borçlar Kanunu:

1-) OR

II. Nichtigkeit

Art. 20

1 Ein Vertrag, der einen unmöglichen oder widerrechtlichen Inhalt hat oder gegen die guten Sitten verstösst, ist nichtig.

2 Betrifft aber der Mangel bloss einzelne Teile des Vertrages, so sind nur diese nichtig, sobald nicht anzunehmen ist, dass er ohne den nichtigen Teil überhaupt nicht geschlossen worden wäre.

2-) CO:

II. Nullité

Art. 20

1 Le contrat est nul s’il a pour objet une chose impossible, illicite ou contraire aux moeurs.

2 Si le contrat n’est vicié que dans certaines de ses clauses, ces clauses sont seules frappées de nullité, à moins qu’il n’y ait lieu d’admettre que le contrat n’aurait pas été conclu sans elles.

IV-) Yargı Kararları:

1-) YİBK, T: 18.06.1958, E: 20, K: 9:

I - Dördüncü Hukuk Dairesinin kararında işçinin yaşı dolayısiyle işe alınması İş Kanununa dayanan Nizamname hükümlerince yasak olduğu cihetle işçi sıfatını kazanamıyacağı ve bundan dolayı İşçi Sigortalarından istifade edemeyeceği kabul edildiği halde Ticaret Dairesinin kararında işe alınma yasağının işçilik sıfatını ve İşçi Sigortaları hükümlerince sigortalı olma durumunu halele uğratmıyacağı esası benimsenmiştir. O halde kararlar arasında açıkça birbirini tutmazlık ve ortada içtihadı birleştirme sebebi vardır.

II - İş Kanunlarının ve İşçi Sigortaları Kanunlarının kabulündeki ilk gaye, işçinin menfaatlerini korumak olmasına, belki işte çalışması yaşı veya kadın olması itibariyle veya işin ağır işlerden bulunması gibi sebeplerle yasak olan bir kimsenin (velev ki hilesiyle durumunu saklayarak) işçi sıfatını kazanmış olması halinde butlan sebebini taraflardan birisi ileri sürünceye kadar işçi sayılmasının ve işçinin sağladığı hak ve salâhiyetlerden ve bu arada sigortalı olma hakkından istifade etmesinin İş Kanunu ve İşçi Sigortaları Kanunlarının kabul edilmiş gayesine uygun ve bunun aksine olan düşüncenin kanunun gayesine aykırı olacağına ve iş akdinin hükümsüz olmasını gerektiren bir hukuk kaidesinin akdin hükümsüz sayılmasiyle korunmak istenilen kimsenin aleyhine neticeler verecek şekilde tatbikinin kanunun gayesine uygun olarak tefsiri lazım geldiği yollu hukuk kaidesine aykırı düşeceğine ve 255 sayılı tefsir karariyle Türkiye Büyük Millet Meclisi dahi bâtıl olan iş akdinin muteber bir akit gibi işçi lehine hukuki neticeler doğurması gerekeceğini kabul etmiş olmasına göre Ticaret Dairesinin içtihadı kanunun ruhuna uygun ve doğrudur.

Netice: Yaşı veya kadın oluşu gibi sebeplerle herhangi bir işte çalışması yasak bulunan işçinin yasağa rağmen çalıştırılmış olması halinde işçi sayılacağına ve bundan dolayı İşçi Sigortaları Kanunlarının işçilere tanıdığı haklardan istifade edeceğine, 18/6/1958 tarihinde birinci toplantıda ittifakla karar verildi. (RG. 30.09.1958; S: 10020).

2-) YİBK, T: 05.02.1962, E: 24, K: 2:

Posta, Telgraf ve Telefon İşletme Genel Müdürlüğünün, telefon abonelerinden, her ne ad altında olursa olsun, abone parasından başka hiçbir şey istemeye hakkı bulunmadığına, 5/2/1962 günlü ilk toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla karar verildi. (RG. 23.03.1962; S: 11064).

3-) YİBK, T: 13.05.1964, E: 1964/1, K: 1964/3:

Yasalarla belli edilen hakemlikler dışında, hâkimlerin hakem olamayacaklarına ve bu yasağın mahkemelerce doğrudan doğruya (resen) uygulanacağına, ücretin taraflarca belli edilmemiş olması halinde, hakemlerin kendi ücretlerini belli edemiyeceklerine, tarafların belli etmemiş oldukları hakem ücretlerinin belli edilmesinde avukatlık ücret tarifesinin uygulanamıyacağına, 13/5/1964 günlü 1 inci toplantıda ilk konuda 10 muhalif oya karşı 47 oyla, ikinci konuda 8 muhalif oya karşı 49 oyla ve üçüncü konuda oybirliğiyle karar verildi. (RG. 08.07.1964; S: 11748).

4-) YHGK, T: 15.06.2021, E: 2017/2625, K: 2021/766:

“… Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; müvekkili ile davalı arasında taşıma sözleşmesi imzalandığını, anılan sözleşme gereği davalının Fransa’dan Gebze’ye taşımasını üstlendiği emtianın alt taşıma işinden kaynaklı edimlerini yerine getirmediğini, müvekkilinin taşıma için başka şirketle anlaşmak zorunda kalarak toplamda 44.500 Euro daha fazla para ödemek zorunda kaldığını, bu hususta davalı aleyhine başlatılan icra takibine davalı tarafça haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürerek … takibin devamıyla asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili; müvekkili ile davacı arasında imzalanan sözleşme gereği taşıma işi için müvekkilinin ihbar olunan S … Ltd. Şti. ile sözleşme imzalandığını, ancak anılan alt taşıyıcının işin karayolu ile yapılması için resmî mercilerden gerekli izinleri alamamış olması nedeniyle taşımanın gerçekleşmediğini, bu durumun müvekkilinin elinde olmayan nedenlerden kaynaklandığını, bu nedenle müvekkilinin sorumluluktan kurtulmasına ilişkin yasal şartların oluştuğunu, davacı tarafın, sözleşmenin imkânsızlığından faaliyet alanı gereği haberdar olması gerektiğinden oluşan zararda aslî kusurlu olduğunu, müvekkilinin karayoluyla yapılacak olan taşımadan sorumlu olduğunu, talep edilen bedellerin fahiş olduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuş ve davalı aleyhine % 20’den az olmamak üzere kötü niyet tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararı:

6. … 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin … kararı ile; … gerçekleşen fiili taşımanın deniz yoluyla yapılmış olması nedeniyle yükün ağırlığı ve vasfı neticesinde karayolu ile yapılamayacağı yönündeki imkânsızlık hâlinin sözleşme ilişkisi içerisinde taraflarca da benimsendiği, her ne kadar bilirkişi raporunda davacının lojistik sektöründe faaliyet gösteriyor olmasından dolayı yükün karayolu ile taşınamayacağının davacı tarafça da bilinmesinin gerektiği, bu anlamda güvenin boşa çıkarılmasının söz konusu olmadığı ve sözleşme görüşmeleri sırasındaki davranış yükümlülüğüne aykırılıkta sorumluluğun davalıya yükletilemeyeceği mütalaa olunmuş ise de bu görüşe itibar edilemeyeceği, davalı tarafın uluslararası taşıma sektöründe faaliyet gösterdiği, taraflar arasında sözleşme imzalanmasına rağmen bu aşamaya kadar yükün vasıf ve mahiyeti nedeniyle karayolu ile taşıma imkansızlığı noktasında bir öngörüde bulunmadığı gibi davacıyı da bu anlamda uyarmadığı, davalı tarafın davacıya yaklaşık üç aylık bir süre sonra karayoluyla taşıma imkânsızlığından söz ettiği, uluslararası taşıma alanında faaliyet gösteren bir tacirin sözleşmenin imza aşamasına kadarki tüm eylem ve davranışları ile niteliğini, vasfını ve güzergahlarını bildiği yükün kendisince taşınabileceği hususunda davacı tarafın güvenini kazandığı, taraflar arasında sözleşme iradesinin meydana geldiği, yaklaşık üç aylık bir süre içerisinde sözleşme öncesinde gerekli özen gösterilerek yapılması gereken yükün karayolu ile taşınmasının hukuken ve fiziken mümkün olup olmadığına dair araştırmanın yapılmadığı, ihmali davranış ile davacı tarafta oluşan güvenin boşa çıkarıldığı, ancak kusurun tamamen davalıya yüklenemeyeceği, davacının da taşıma sektörünü bilen tacir olarak basiretli davranma yükümlülüğü altında olduğu, gerekli araştırmaları yapması gerektiği, her iki tarafın da somut olayda özensiz ve ihmali davranışta bulunduğu, takdiren her iki tarafın ortak ve eşit kusurlarıyla zararın meydana gelmesine sebebiyet verdikleri gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacının davalıdan %50 kusuruna isabet eden 21.450 Euro alacaklı olduğunun tespiti ile bu miktara vaki itirazın iptaline, alacak likit olmadığından ve yargılamayla belirlendiğinden icra inkâr tazminatına ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 05.04.2016 tarihli ve 2015/9511 E., 2016/3666 K. sayılı kararı ile “…

2- …

… Davalı gerekli izin verilmediğine ilişkin bir belge sunmamış olsa da, gerek yükün ağırlık ve hacminin yasaların öngördüğü miktarın üzerinde olması, gerekse taşımanın deniz yolu ile yapılmış olması hususları bir arada değerlendirildiğinde, mahkemenin de benimsediği şekli ile taşıma konusu emtianın karayolundan taşınmasının hukuken mümkün olmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu durumda olaya uygulanması gereken 818 sayılı BK’nın 19 ve 20. maddeleri uyarınca taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin, "hukukî imkânsızlık” nedeniyle batıl olduğunun kabulünde zorunluluk bulunduğundan, bu sözleşmeye dayalı olarak açılan davanın da reddine karar verilmesi gerekirken, kısmen kabulü yönünde karar tesis edilmesi doğru bulunmamış, hükmün bu nedenle davalı yararına bozulması gerekmiştir... ” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. … 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin … kararı ile … direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

III. GEREKÇE

13. Somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 20/1. maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 27/1) “Bir akdin mevzuu gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka (adaba) mugayir olursa o akit batıldır” hükmünü içermekte olup buna göre bir sözleşmenin konusunun imkânsız olması, o sözleşmenin geçersizliği sonucunu doğurur. Sözleşme özgürlüğünü sınırlayan sebeplerden biri olan imkânsızlık hâli, sözleşmenin konusunun başlangıçtan itibaren objektif anlamda imkânsız olmasıdır. Diğer bir ifadeyle imkânsızlık, borçlanılan edimin ya baştan itibaren geçerli olarak doğmasını ya da sonradan borçlu veya diğer herhangi bir kimse tarafından objektif, sürekli ve kesin olarak yerine getirilmesini önleyen, fiili veya hukukî engellere verilen isim olarak tarif edilebilir. … Bu bağlamda imkânsızlık, sürekli, kalıcı ve temelli bir ifa engeli olup bu niteliği ile temerrüdün karşıtıdır. İmkânsızlığın pratik önemi borçluya karşı aynen ifanın zorla sağlanamamasında ortaya çıkar. … İmkânsızlık, bir veya birden çok edimi kapsayabileceği gibi edimin ifasının imkânsızlığı, aslî edimler yanında yan edimler için de söz konusu olabilir. Bu hâlde, konusu hukukî veya maddi sebeplerden dolayı sürekli bir şekilde ve objektif nitelikte imkânsız olan sözleşme mutlak butlanla batıl olup anılan sözleşme başlangıçtan itibaren geçersizdir.

14. Borçlar Kanunu’nun 20/1. (TBK m. 27/1) maddesinde bahsi geçen imkânsızlık, sözleşmenin başlangıcındaki aşamada var olan imkânsızlık durumudur. Buna göre başlangıçtaki imkânsızlık, aynı Kanun’un 117. (TBK m. 136) maddesinde düzenlenen sözleşmenin kurulmasından sonraki imkânsızlıktan farklı olup sonraki imkânsızlık hâli sözleşmenin kurulmasından sonra ancak ifasından önce meydana gelen imkânsızlıktır. Sonraki imkânsızlık hâli ifanın gerçekleşmesini engeller. … Buradan hareketle her iki imkânsızlık hâlinin tabi olduğu hükümler farklılık arz etmekle eldeki uyuşmazlık kapsamında üzerinde durulması gereken husus; sözleşmenin konusunun başlangıçtaki imkânsızlığıdır.

15. Borçlar Kanunu’nun 20. maddesi (TBK m. 27) anlamında başlangıçtaki imkânsızlık objektif niteliktedir. Objektif imkânsızlık; sözleşmenin borçlusunun yanında diğer herkes bakımından geçerli olacak şekilde ifasının mümkün olmamasını ifade etmektedir. Objektif imkânsızlıktan farklı olarak subjektif imkânsızlık ise; sözleşmenin sadece borçlusu tarafından ifasının mümkün olmaması şeklinde tanımlanabilir. … Bu bağlamda hiç kimse tarafından ifası mümkün olmayan bir sözleşme kanunen geçersiz olup sadece borçlu bakımından ifası mümkün olmayan bir sözleşme aynı hükümler kapsamında geçersiz olarak nitelendirilemez. Eş söyleyişle, BK’nın 20. maddesi (TBK m. 27) anlamında imkânsızlıktan bahsedebilmek için, imkânsızlığın sözleşmenin konusu ile ilgili olması ve bu imkânsızlığın yalnız borçlu bakımından değil, objektif mahiyette ve herkes için geçerli olması gerekmektedir.

16. Başlangıçtaki imkânsızlığın aynı zamanda devamlılık arz etmesi gerekir. Bu anlamda sözleşme, zaman bakımından sürekli bir suretle ifa edilemez bir nitelikte ise sürekli imkânsızlığın varlığından söz edilebilir. Ancak sözleşmenin ifasının geçici olarak yerine getirilmesinin mümkün olmadığı durumlarda ise ancak ifa engelinden bahsedilebilecek olup geçici imkânsızlık hâli, BK’nın 20. maddesi (TBK m. 27) kapsamına girmez. Anılan hüküm anlamında hukukî sonucun doğması için varlığı aranan imkânsızlığın sürekli bir niteliği haiz olması gerekir. …

17. İmkânsızlık hukukî veya fiili sebeplerden de kaynaklanabilir. Başka bir anlatımla başlangıçtaki objektif imkânsızlık, maddi olaylar sebebiyle ortaya çıkabileceği gibi hukukî sebeplerden de doğabilir. Bu açıdan imkânsızlık, maddi imkânsızlık ve hukukî imkânsızlık olarak ikiye ayrılır. … Sözleşmenin ifasının maddi bir engel dolayısıyla hiç kimse tarafından yerine getirilememesi durumunda maddi imkânsızlığın varlığından söz edilebilir. Bu durum sözleşmenin hayatın olağan akışı içerisinde, piyasa koşullarında, dürüstlük kuralları çerçevesinde veya eşyanın tabiatı gereği borçlu dâhil hiçbir kimse tarafından ifasının mümkün olmamasıdır. Hukukî imkânsızlık ise; sözleşme gereği ortaya çıkacak olan borcun ifasının hukuk kurallarıyla yasaklanmış yahut bu tür bir kuralın uygulanması nedeniyle ifa edilebilirliğinin mümkün olmaması olarak tanımlanabilecek olup buradaki imkânsızlık hukukî bir nedenden kaynaklanır. … Bu bağlamda bir edimin, maddi olarak var olabilmekle beraber herhangi bir sözleşme kapsamına alınması veya sözleşme konusu olabilmesi emredici bir hukuk kuralıyla yasaklanmış olması durumu hukukî imkânsızlığı ortaya çıkarır.

18. Borçlar Kanunu’nun 20/1. maddesi uyarınca konusu maddi veya hukukî sebeplerden dolayı objektif ve sürekli bir şekilde imkânsız olan sözleşme, butlan (kesin hükümsüzlük) yaptırımına tabi olup anılan nitelikte bir sözleşme başlangıcından itibaren geçersizdir. Ancak BK’nın 20/2. … hüküm gereği sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının geçersiz olmasının, diğerlerinin geçerliliğini etkilemediği durumlarda kısmi butlan söz konusu olur. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı mutlak butlanla batıldır. Bu kapsamda taraflar, verdiklerini sebepsiz zenginleşme hükümleri kapsamında birbirlerinden talep edebilirler. Ancak iyi niyet kuralları gereği borcun ifasının imkânsızlaştığını bilen yahut bilmesi gereken borçlu, bu hususta alacaklıyı zamanında haberdar etmesi gerekir. … Dolayısıyla sözleşme yapılırken taraflardan biri imkânsızlığı biliyor veya bilmesi gerekiyorsa ve buna rağmen diğer tarafı bundan haberdar etmemişse, karşı tarafın uğradığı menfi zararı karşılamakla yükümlüdür. … Başka bir anlatımla sözleşmenin geçerlilik şartlarına sahip olup olmadığını araştırma ve bilgi sahibi olma yükümlülüğü sözleşmenin taraflarına aittir. Ancak sözleşmenin geçersizliği, taraflardan birinin diğerini yönlendirmesi ya da geçerliliği etkileyen bir açıklamada bulunması gerekirken bunu kusurlu olarak açıklamaması sonucu gerçekleşmişse bu sebeple ortaya çıkan zararın giderilmesi gerekir. … Böyle bir durumda ortaya çıkan sorumluluk, niteliği gereği sözleşme öncesi sorumluluk (culpa in contrahendo) veya sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk olarak adlandırılabilir. …

19. Sözleşme öncesi sorumluluk (sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk-culpa in contrahendo) genel bir ifadeyle; sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere karşı, aralarında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlâli sonucu meydana gelen sorumluluktur. … Zira sözleşme görüşmelerine başlanmasıyla birlikte taraflar arasında temeli dürüstlük kuralına dayanan bir güven ilişkisi meydana gelir ve bu ilişki koruma yükümlerini de içerir. Güven ilişkisi TMK’nın 2/1. maddesinde düzenlenmiş olan dürüstlük kuralına dayanır. Buna göre, görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi, koruma yükümlülüklerine uyması ve bu kapsamda yaratılan güveni boşa çıkarmaması gerekir. Eş söyleyişle sözleşme görüşmelerinde taraflardan her biri veya yardımcıları, diğer tarafa veya onun himayesinde bulunan kişilerin şahıs ve mal varlıklarına zarar vermeyi engellemek için gerekli dikkat ile özeni göstermek ve koruma yükümlerine uymak zorundadırlar. Zira koruma yükümleri, ifa menfaati dışında kalan diğer şahıs ve mal varlığı değerlerine zarar vermemeyi ihtiva eder. Sözleşme öncesi koruma yükümlerinin kusurlu bir şekilde ihlali, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğa sebebiyet verir. … Sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk, yalnızca sözleşmenin geçerliliğine güvenden doğan zarardan (menfi zarardan) sorumluluğu değil, TMK’nın 2/1. maddesindeki dürüstlük kurallarına dayanan güven ilkesinden kaynaklanan karşı tarafın kişi ve mal varlığına zarar vermemek yolundaki davranış yükümüne aykırılıktan doğan sorumluluğu da kapsar. Görüşmeciler bu yükümlülüklere kusurlu olarak aykırı davranıp, görüşmelerin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal ettikleri takdirde bundan doğan zarardan sorumludurlar. …

20. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; taraflar arasında Fransa ile Türkiye arasında emtia taşınması hususunda sözleşme akdedildiği, davalı taşıyıcının sözleşme konusu edimin ifası için ihbar olunan S ... Ltd. Şti. ile alt taşıma sözleşmesi düzenlediği, ancak taşımanın yasal izinlerin alınamaması nedeniyle gerçekleştirilemediği, bu sebeple davacının, taşıma konusu emtianın taşınması için başka taşıyıcılarla sözleşme imzalayarak taşıma işinin deniz yoluyla gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca sözleşme konusu emtianın, gerek ağırlık ve hacminin yasaların öngördüğü miktarın üzerinde olması, gerekse taşımanın deniz yolu ile yapılmış olması hususları nazara alındığında, dava ve sözleşme konusu emtianın karayolundan taşınmasının hukuken mümkün olmadığı uyuşmazlık dışıdır. Dolayısıyla bu aşamada, sözleşmenin hukukî imkânsızlık nedeniyle geçersizliği sonucu davacı tarafından varlığı iddia olunan zararla ilgili olarak davalı taşıyıcının sorumluluğunun mevcudiyeti ve varlığının tespiti hâlinde bu sorumluluğun niteliği incelenmelidir.

21. Dosya kapsamındaki bilgiler nazara alındığında davacı ve davalı şirketlerin her ikisinin de yurt içi ve uluslararası taşıma alanlarında faaliyette olan ticaret şirketleri oldukları sabittir. Ayrıca davacının taşıma alanındaki faaliyetleri, dava dilekçesinde mevcut “…Müvekkilimiz P … Ltd. Şti. dünya çapında taşıma, lojistik ve acentelik hizmeti sunan bir şirkettir…” şeklindeki beyanla da açıkça ifade edilmiştir. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 20. maddesi uyarınca her tacir, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etme yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede taraflardan her ikisinin de taşınacağı kararlaştırılan emtianın karayoluyla taşınmasının hukuken imkân dâhilinde olup olmadığı hususlarında 6762 sayılı TTK’nın 20. maddesinde (6102 sayılı TTK m. 18) düzenlenen basiretli iş adamı gibi hareket yükümlülüğü çerçevesinde bilgi sahibi olmaları gerektiğinin kabulü zorunludur. Zira tacir, tüm ticarî faaliyetlerinde sağduyu sahibi olmak, ileriyi düşünmek ve tedbirli davranarak işlemlerini organize etmek zorunda olup, bu kapsamda imzalayacağı sözleşmenin ifa edilip edilemeyeceğini de göz önüne alarak sözleşmenin geçerliliğine etki edebilecek ve faaliyet alanı içerisindeki tüm hususlarda öngörü sahibi olmalıdır. Taşıma sözleşmesinin geçerlilik şartlarını haiz olup olmadığını araştırma ve bilgi sahibi olma yükümlülüğü, aynı sektörde faaliyet göstermeleri de nazara alındığında, davalının olduğu kadar davacının da üzerindedir.

22. Bu itibarla yükün kara yoluyla taşınmasına dair hukukî imkânsızlığın, davalı taşıyıcı yanında davacı tarafça da bilinmesi gerekli olan hususlardan biri olduğu sabittir. Dolayısıyla davalı taşıyıcının, sözleşmenin ifasının hukuken imkânsız olduğu hususunda, basiretli iş adamı gibi davranma yükümlülüğü çerçevesinde bilgi sahibi olması gereken davacıya bilgi vermemesi, kusurlu bir davranış olarak nitelendirilemez. Her ne kadar BK’nın 20. (TBK m. 27) maddesi anlamında sözleşmenin geçersizliğine kusuruyla neden olan tarafın, diğer tarafın bu sebeple oluşan menfi zararlarını, sözleşme öncesi sorumluluk (sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk-culpa in contrahendo) kapsamında gidermesi gerekir ise de; anılan sorumluluk niteliği itibariyle bir tür kusur sorumluluğu olup dava konusu sözleşmenin hukukî imkânsızlık nedeniyle geçersizliği sonucu ortaya çıktığı iddia olunan zarardan davalı taşıyıcı, yukarıda belirtilen esaslar çerçevesinde sözleşme öncesi sorumluluk kapsamında dahi sorumlu tutulamaz.

23. Neticeten, dava konusu taşıma sözleşmesinin hukukî imkânsızlık nedeniyle geçersizliğinde, tarafların faaliyette oldukları taşıma sektöründe basiretli davranma yükümlülüğü altındaki bir tacir olarak bilinmesi gereken hususların niteliği de göz önüne alındığında, geçersizliğe dayalı olarak ortaya çıktığı iddia olunan zarardan, davalı taşıyıcının kusurlu davranışının bulunmaması nedeniyle sözleşme öncesi sorumluluk (sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk-culpa in contrahendo) kapsamında herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığının kabulü gerekir.

24. Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenler yanında yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden bozulmasına karar vermek gerekmiştir. …”

5-) Y. 4. HD, T: 06.07.2021, E: 2020/2014, K: 2021/4239:

“… Dava, kasten yaralama nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Dosyanın incelenmesinde; davalının, olay tarihinde aralarındaki boşanma davası devam eden eski eşiyle gayrimeşru ilişki yaşayan davacıyı 01/12/2014 tarihinde evine çağırıp ateşli silahla kasığından ve bacağından yaraladığı, davacının uzun süre tedavi gördüğü, yaralama eyleminin üzerinden beş ay geçtikten sonra 11/05/2015 tarihinde taraflar arasında “Uzlaşma Tutanağı” başlıklı bir belge düzenlendiği, söz konusu belge uyarınca kasten yaralama eylemi dolayısıyla oluşan maddi ve manevi zarara karşılık olarak davalının davacıya 80.000 TL’lik senet verdiği, ayrıca davacının, davalının boşandığı eşiyle aralarındaki boşanma davasında tanıklık yapması ve davalının eşiyle gayrimeşru ilişki yaşadığını mahkemede anlatmasının şart koşulduğu, tarafların birbirlerini bu koşullarla ibra ettikleri anlaşılmaktadır.

Türk Borçlar Kanunu’nun 27. maddesi gereğince; ahlaka ve kişilik haklarına aykırı sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Taraflar arasında düzenlenen 11/05/2015 tarihli “Uzlaşma Tutanağı” başlıklı belge, kesin olarak hükümsüz bir sözleşme olarak kabul edilmelidir. Çünkü davalı, davacıdan, eşiyle gayrimeşru ilişki yaşadığına dair tanıklıkta bulunmasını istemektedir. Kişinin, üçüncü bir kişiyle meşru veya gayrimeşru biçimde yaşadığı ilişkiyi açıklamaya zorlamayı içeren koşul, ahlaka aykırı bir edim olduğu gibi özel hayat ve aile hayatının ihlali anlamına gelir ki kimse böyle bir konuda tanıklıkta bulunmaya zorlanamaz. Dolayısıyla kişinin şeref ve itibarına yönelen bir konuda mahkeme huzurunda açıklama yapmaya zorlayan sözleşmeyi hukuken geçerli kabul etmek mümkün değildir.

Öte yandan, davalının eylemi gerçekleştirme zamanı, şekli ve sonuçları, davacının ağır bir baskı ve tehdit altında bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Kasten yaralama eyleminin üzerinden beş ay geçmiş olması, söz konusu baskı ve tehdidin ortadan kalktığına dair bir kanaat oluşturmaz. Bilakis sözleşmede yer alan ve davacının şeref ve itibarına yönelik hususlarda tanıklıkta bulunmasını içerir hususlar dahi baskı ve tehdidin devam ettiğini göstermektedir.

Bununla birlikte, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 250. maddesinin birinci fıkrasının … (b) bendi uyarınca, tanığın beyanı kendisinin şeref veya itibarını ihlal edecekse tanıklıktan çekinme hakkı tanınmıştır. Eldeki davada, söz konusu sözleşme, hukuka aykırı bir biçimde davacıyı tanıklık yapmaya zorlamakta olup geçerli kabul edebilmek mümkün değildir. …”

6-) Y. 23. HD, T: 12.10.2017, E: 2017/1492, K: 2017/2638: 

“… Davacı vekili, müvekkili yüklenici ile davalı arsa sahibi arasında 07.11.2008 tarihinde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzalandığını; davalının müvekkilini vekaletten azlederek, fesih iradesinde bulunduğunu, sözleşmenin ifasının gecikmesinde müvekkiline atfı kabil bir kusurun bulunmadığını; yeni imar planının 06.06.2012 tarihinde yürürlüğe girdiğini, ahde vefa gereği davalının sözleşmeye devam etmesi gerektiğini ileri sürerek, müvekkilince inşaatın devam ettirilmesi için, mahkemece süre ve yetki verilmesine; bu talepleri kabul edilmezse, sözleşmeden kaynaklanan … tüm zararlarına karşılık fazlaya dair haklarını saklı tutarak şimdilik 1.000,00 TL tazminatın davalıdan temerrüt tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, imar planının İdare Mahkemesi’nce 18.03.2008 tarihinde ve sözleşmeden evvel iptal edildiğini; sözleşmenin imkansızlık sebebiyle batıl olduğunu; yeni imar durumunun, batıl sözleşmeyi geçerli hale getiremeyeceğini, kusurun davacıda olduğunu savunarak, davanın reddini, karşı dava olarak ise, sözleşmenin butlanla batıl olduğunun tespitini istemiştir.

… Hükmün taraflar vekillerince temyiz edilmesi üzerine Dairemiz’in 15.02.2017 tarih ve 2015/6532 E., 2017/423 K. sayılı ilamıyla; ’’İmar planı olmayan bir yerle ilgili olarak arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapılamaz. Böyle bir sözleşmenin konusu imkansız olduğundan sözleşme geçersizdir. Somut olayda inşaat yapılacak gayrimenkulün bulunduğu alanda geçerli olan imar planı 18.03.2008’de iptal edilmiş, taraflar arasındaki sözleşme ise 07.11.2008 tarihinde imzalanmıştır. Sözleşmenin imzalandığı tarihte geçerli bir imar planı yoktur. Bu haliyle sözleşme konusunun imkansız bulunduğu, bu imkansızlığın da sözleşmenin yapılmasından önce var olan objektif imkansızlık olduğu ortadadır. Bu durumda TBK’nın 27/1. maddesi uyarınca sözleşme batıl olduğundan taraflar edimlerini yerine getirmekten kaçınabilir ve karşılıklı verdiklerini sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri isteyebilirler. …”

7-) Y. 21. HD, T: 19.09.2016, E: 2015/14184, K: 2016/11193:

“… Dava, davacının 01.10.2006 tarihinden 27.10.2009 tarihine kadar davalı işverene ait işyerinde kuruma bildirilmeyen hizmetinin tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, davacının davalı ...’ye ait işyerinde … ve … tarihleri arasında fiili olarak çalıştığının tespitine karar verilmiştir.

...

...10 Asliye Ceza Mahkemesinin … E- … K. sayılı dosyasında, davacının ve davalı İşveren ...’nün suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etme ve tefecilik iddiasıyla sanık olarak yargılandıkları, Davacı ...’in 18.04.2011 tarihli duruşmadaki ifadesinde kendisinin bankalara gelip gidip çek tahsilatı yaptığını,2009 Ekim ayındaki mali şube baskınına kadar orada çalıştığını, şirket ...tan ayrıldıktan sonra mali şube baskınına kadar tefecilik olayının gerçekleştiğini, çekleri ... ’in patron olan ... alıp, kendilerine dağıttığını ve herhangi bir faaliyeti olmayan paravan şirketler aracılığıyla çeklerin tahsil edildiğini belirttiği, yapılan yargılama sonucunda hem davacı ... hem de işveren ... ’nün sübut bulan tefecilik yapmak suçundan TCK 241/1 maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verildiği anlaşılmaktadır.

Mahkemece dinlenen bordro tanıklarından … bir kısmının davacının turizm ve tefecilik işleri yapılan işyerinde şoför olarak çalıştığı, çek tahsilat işlerine baktığını belirttiği, … anlaşılmıştır.

...

… 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun ”Kesin hükümsüzlük” başlıklı 27’nci maddesi de benzer bir düzenlemeye gitmiş olup, Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olacağı belirtilmiştir.

Buna göre konusu emredici hukuk kurallarına ve ahlaka aykırı iş sözleşmesi 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 27’nci maddesindeki tanımıyla kesin olarak hükümsüz (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 20’nci maddesine göre batıl) olacaktır.

Kesin hükümsüz olan bir sözleşmeye dayanılarak çalışılmış olması, sözleşmeyi geçerli hale getirmez. Buna göre, kesin hükümsüz sayılan iş sözleşmesine dayanarak çalışmış olan kişi, "işçi" sayılamaz ve bu kişi işçilikle ilgili herhangi bir haktan (örneğin; ücret, sigortalılık) yararlanamaz. Sadece, sebepsiz zenginleşme ve haksız fiil kurallarına dayanarak bazı taleplerde bulunabilir.

Somut olayda, davalıya ait işyerinde davacının tefecilik işi, çek senet tahsilatı ile uğraştığı ceza mahkemesi kararı ile sabit olup, yargılama sırasında beyanı alınan tanıklarca da bu husus doğrulandığından, ahlaka ve hukuka aykırı hizmet akdinin tespitini isteyemeyeceği açık olup davanın reddi gerekirken mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi; usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. …”

8-) Y. 3. HD, T: 24.05.2016, E: 2015/13389, K: 2016/7993: 

bkz. madde 81, IV, 1.

9-) Y. 11. HD, T: 19.04.2016, E: 2015/9297, K: 2016/4347:

“… istenilen genel kurul kararının, davacının temsil yetkisinin kaldırılması ile şirkete yeni temsilci atanmasına ilişkin bulunduğu, bu kararla atanan temsilcilerin şirketin ortağı olmadıkları, TTK’nın 623. maddesi uyarınca ise en azından bir ortağa temsil yetkisinin verilmesinin gerektiği, ayrıca şirket müdürlerinden birinin tüzel kişi olması halinde ise müdür tüzel kişinin bu görevini kendi adına yerine getirecek bir kişiyi belirleyeceği, söz konusu hükmün emredici nitelikte bulunduğu, iptali istenilen karar ile anılan emredici hükmün ihlal edildiği, bu aykırılığın TBK’nın 27/1. ve TTK’nın 447/1-a maddeleri uyarınca kararın butlanla sakat olması sonucunu doğurduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile söz konusu kararın geçersizliğinin tespitine karar verilmiştir. …”

10-) Y. 19. HD, T: 11.04.2016, E: 2015/17116, K: 2016/6257:

“… Davacı vekili, tarafların 19.07.2012 tarihinde boşandıklarını, boşanmadan sonra davalının müvekkilinin elinden zorla aldığı senedi kullanarak aynı evde yaşamaya zorladığını ve müvekkili ile anlaşma taahhütnamesi başlıklı protokol imzaladığını, müvekkilini ahlaka aykırı bir sözleşme yapmaya zorladığını, protokolün 3. maddesinde 19.07.2012 tarihinde verilen 50.000 TL bedelli senedin 1 sene beraber yaşadıktan sonra müvekkiline verileceğinin, verilmese bile hiçbir hükmü kalmayacağının belirtildiğini, müvekkilinin davalıya borçlu olmadığının açıkça anlaşıldığını, takibe konulan senet nedeniyle müvekkilinin maaşından kesinti yapıldığını ileri sürerek, müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine, haksız yere tahsil edilen 7.915,44 TL’nin davalıdan istirdadına ve %20 oranında tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

...

… boşanma kararından sonra davalının davaya konu senedi kullanarak davacı ile aynı evde birlikte yaşama konusunda Anlaşma Taahhütnamesi başlıklı protokol imzaladıkları, bu protokolün 3. maddesinde "19.07.2012 tarihinde verilen 50.000 TL bedelli senet 1 sene beraber yaşadıktan sonra davacıya verilecek, verilmese bile hiçbir hükmü kalmayacaktır. Senet geçersiz olacaktır." şeklinde düzenleme olduğu, dava konusu bononun ahlaka ve adaba aykırı bir durumun gerçekleşmesini teminen verildiği, bononun 6098 sayılı TBK’nun 27/1. maddesi uyarınca geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı geçersiz ve bedelsiz olduğunu bildiği halde davacı hakkında haksız ve kötü niyetle takip yaptığından asıl alacağın %20’si oranında kötü niyet tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

… hükmün ONANMASINA, … oybirliğiyle karar verildi.”

11-) Y. 8. HD, T: 08.07.2014, E: 2014/13623, K: 2014/14536: 

“… Somut olayda; taraflar arasında düzenlenen kira sözleşmelerinin 2.2. maddesinde kiracının tebligat adresinin belirlendiği, 2.3. maddesinde ise "... adres değişiklikleri usulüne uygun şekilde karşı tarafa tebliğ edilmedikçe en son bildirilen adrese yapılacak tebliğ ilgili tarafa yapılmış sayılır.’’ şeklinde düzenleme yapıldığı görülmektedir. Tebligat Kanunu ve Yönetmeliği koşullarına aykırı anılan sözleşme maddesinin kabulü mümkün değildir. …”

12-) Y. 11. HD, T: 12.02.2014, E: 2013/15438, K: 2014/2405:

“… Davacı vekili, taraflar arasında imzalanan mali hakların devri ve oyunculuk sözleşmesinin davalı tarafından haksız olarak feshedildiğini, sözleşmenin 7. maddesi ile oyuncunun sözleşmeyi haksız feshi halinde 100.000 USD cezai şart ödeyeceğinin kararlaştırıldığını ileri sürerek 100.000 USD cezai şartın faiziyle tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, sözleşme hükümlerinin müvekkili lehine ağır yükümlülükler içerdiğini, davacı yapımcı açısından aşırı yararlanma söz konusu olduğu, sözleşmenin haklı olarak feshedildiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, … taraflar arasında imzalanan mali hakların devri ve oyunculuk sözleşmesinin davacı lehine davalı aleyhine çok ağır yükümlülükler içerdiği, … dava konusu sözleşmede; yapımcıya dilediği zaman dilediği şekilde sözleşmeyi fesih ve hatta sözleşme süresinden sonra da sözleşmeyi tek taraflı uzatma hakkı tanınmış olduğu halde oyuncunun sözleşmeye uymaması halinde o tarihe kadar aldığı tüm ücretleri iade, yapımcının her türlü zararını tazmin ve ilave olarak da 100.000 ABD doları cezai şart ödeme şeklinde davacı lehine çok orantısız, adil olmayan ve sözleşme dengesini dikkate almayan yaptırımlar öngörülmüş olduğundan … davanın dayanağını oluşturan sözleşme hükümlerinin davalının çalışma özgürlüğünü, yasal dinlenme hakkını ve sözleşme serbestisi hakkını kısıtladığı için kişilik haklarını ihlal edici mahiyette de olduğu bu nedenle de kamu düzenine de aykırı olduğundan sözleşmede dayanılan maddelerin Türk Borçlar Kanunu’nun 27. maddesi gereğince de hükümsüz olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

… mahkeme gerekçesinin yerinde bulunmasına göre davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. …”

13-) Y. 2. HD, T: 04.02.2014, E: 2013/11644, K: 2014/1866:

“… Taraflar, kural olarak bir sözleşmenin içeriğini, kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler. (e.BK. m. 19, 6098 s.TBK. m. 26) Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkansız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı hükümsüz olur. (e.BK. m. 19/2, 20, 6098 s. TBK. m. 27) Borçlar Kanununda yer alan, sözleşme özgürlüğüne getirilen genel nitelikteki bu sınırlamalar, boşanma anlaşmaları için de evleviyetle geçerlidir. Çünkü, Borçlar Kanunu, Türk Medeni Kanununun beşinci kitabı olup, onun tamamlayıcısıdır. (6098 s. TBK. m. 646) O halde hakim, kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı ve konusu imkansız olan hükümler taşıyan bir boşanma protokolünü esas alarak boşanma kararı veremez ve böyle bir protokolü tasdik edemez.

Taraflarca düzenlenip hakime sunulan, hakim tarafından da "aynen tasdikine" karar verilen protokolde; tarafların karşılıklı boşanma davalarında aşağıdaki şartlarla anlaştıkları belirtildikten sonra; "kocanın eşi aleyhine açtığı boşanma davasından feragat edeceği, kadının açtığı boşanma davasını işbu protokoldeki koşullar çerçevesinde kabul edeceği; müşterek çocukların velayetinin anneye verileceği, çocuklarla baba arasında protokolde gösterilen günlerde ve saatlerde kamuya açık mekanlarda ve gözetim altında kişisel ilişki tesis edileceği, bunun dışında çocuklar on sekiz yaşını bitirinceye kadar babanın internet, telefon veya sair olanakları kullanarak iletişim kuramayacağı veya tesadüfi olarak şahsi münasebet tesis edemeyeceği, yine çocuklar ergin oluncaya kadar velayet hakkının anneden alınması veya kaldırılması ve kişisel ilişki süresinin genişletilmesi için talepte bulunmayacağı, çocuğun babaannesi ve halasının, babaya tanınan süre zarfında çocuğu görebilecekleri, …" belirtilmiştir. Protokolde yer alan "velayetin kaldırılması ve kişisel ilişkinin genişletilmesi davası açılamayacağına" ilişkin medeni hakları kullanmaktan feragate ilişkin taahhütler, medeni hakları kullanma ehliyetinden önceden vazgeçme niteliğinde olup, Medeni Kanununun 23. maddesi ve çocukların yüksek yararlarına açıkça aykırıdır. Bu hükümler olmaksızın ortak irade ile boşanmanın gerçekleşmeyeceği açıkça belli olduğuna göre, içerdiği şartlardaki kısmi hükümsüzlük boşanma protokolünün tamamını hükümsüz kılar. … Böyle bir durumda hakimin, taraflarca getirilen düzenlemeye müdahale ederek bunu değiştirmek ve önereceği değişikliğin taraflarca kabulü halinde Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi gereğince tarafların boşanmalarına karar vermesi gerekir. Böyle yapılmayıp, kanuna ve kamu düzenine aykırı hükümler ihtiva eden protokole dayanılarak boşanma kararı verilmesi ve protokolün tasdiki doğru olmamıştır. …”

14-) Y. 20. HD, T: 28.03.2002, E: 2002/1955, K: 2002/2791:

“… Öte yandan tahkim sözleşmesinin ahlaka aykırı olması halinde geçerliliğinden söz edilemez. Bu hal, genellikle tahkim sözleşmesinde bir tarafın diğeri üzerinde davalı şirketin davacı firma üzerinde ekonomik ve sosyal üstünlüğünü kullanarak tahkim sözleşmesinde eşitliği kendi lehine bozacak hususlar kabul ettirmesi veya somut olayda olduğu gibi hakemi seçme olanağının verilmesi hallerinde kendini gösterecektir. Bu şekilde yapılan bir tahkim sözleşmesinin Borçlar Yasasının 20. maddesi uyarınca batıl olacağı kuşkusuzdur.

Sözleşmenin 12. maddesinde hakem seçiminin, tamamen ekonomik ve sosyal güce sahip davalı şirket tekeline bırakıldığı anlaşıldığı gibi, davalı şirket vekilinin 24.8.2001 günlü cevap dilekçesinde bu yönün önemle ve ısrarla vurgulandığı gözlenmektedir. Tüm açıklanan maddi ve hukuki olgular altında sözleşmedeki tahkim şartının mutlak butlanla geçersiz olduğunun kabulü zorunludur (BY. m. 20).

Bu durumda, taraflar arasında hukuken geçerli bir tahkim şartının varlığından söz edilemeyeceği açıktır, …”

V-) Yararlanılabilecek Monografiler:

Selim Kaneti; Hukuki İşlemlerin Çevrilmesi (Tahvili), İstanbul, 1972.

Veysel Başpınar; Borç Sözleşmelerinin Kısmi Butlanı, Ankara, 1998.

Mehmet Altunkaya; Edimin Başlangıçtaki İmkansızlığı, Ankara, 2005.

Derya Ateş; Borçlar Hukuku Sözleşmelerinde Genel Ahlaka Aykırılık, Ankara, 2007.

Nagehan Kırkbeşoğlu; Türk Özel Hukukunda Kısmi Hükümsüzlük, İstanbul, 2011. 

Pakize Ezgi Akbulut; Borçlar Hukukunda Kesin Hükümsüzlük Yaptırımının Amaca Uygun Sınırlama (Teleolojik Redüksiyon) Yöntemi İle Daraltılması, İstanbul, 2016. 

Akın Ünal; Kelepçeleme Sözleşmeleri, Ankara, 2017.

Turgut Öz; BK Md. 65 Kuralının Sınırlandırılması Sorunu ve BK Md. 20 Kuralı ile İlişkisi Rüşvet – Başlık Parası, İstanbul, 2020.

Kemal Atasoy; Sözleşme Özgürlüğünün Kamu Düzenine Aykırılık Sınırı, İstanbul, 2020.

Halil İbrahim Yüksel; Roma Hukukundan Türk Hukukuna Hükümsüzlük Sisteminin Oluşumu ve Gelişimi, İstanbul, 2020.

Mazlum Doğan; Sözleşme Özgürlüğünün Emredici Hukuk Kuralları Çerçevesinde Sınırlandırılması, Ankara, 2021.

Fahri Erdem Kaşak; Sözleşme Özgürlüğünün Sınırı Olarak Kanunun Emredici Hükümlerine Aykırılık, İstanbul, 2021. 

Copyright © 2017 - 2024 Prof. Dr. İlhan Helvacı. Tüm hakları saklıdır.
X